Röportajlar

TDBP Uluslararası İlişkiler Komisyonu Koordinatörümüz Nazlı Tomakin, Ebülfez Elçibey Vakfı Başkanı Aqil Semedbeyli ile Karabağ’ın İşgali ve Azerbaycan’ın Karşı Operasyonları üzerine bir röportaj gerçekleştirdi.

TDBP Genel Koordinatörü Hilal Gül, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Esma ÖZDAŞLI ile Azerbaycan’ın Hocalı Bölgesinde Ermeniler tarafından Azerbaycan Türklerine uygulanan soykırım üzerine röportaj gerçekleştirdi.

Karabağ Tarihi Süreç

Geçmişten Günümüze Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışmalara ve savaşa neden olan Karabağ bölgesi, Azerbaycan’ın Kür ve Aras ırmakları ile Ermenistan sınırları içerisinde bulunan Gökçe Gölü arasındaki dağlık bölge ve bu bölgeye bağlı ovalardan oluşmaktadır. Karabağ bölgesi, Azerbaycan ile Ermenistan’ın batı sınırı boyunca uzanan geniş toplamda 18 bin kilometrelik bir alanı içermektedir. Bölgenin 14 bin km2’lik alanı günümüzde Ermenistan tarafından işgal altındadır.  Karabağ bölgesi içerisinde yer alan Dağlık Karabağ olarak bilinen alanın ise büyüklüğü 4.388 km2’dir. Tarihten günümüze bölge içerisinde Hristiyan Albanlar, Moğollar, Araplar ve Türkler yaşamıştır. Karabağ bölgesi Azerbaycan, Ermenistan ve İran topraklarını kontrol edebilecek bir alanda olması nedeniyle jeopolitik bir öneme sahiptir.

Karabağ bölgesi içerisinde yer alan Yukarı Karabağ ya da Dağlık Karabağ olarak adlandırılan bölge Küçük Kafkas dağlarının güney doğusunda yer almaktadır. XIII. Ve XIV. Yüzyıllar içerisinde Karabağ’ın sınırları güneyde Araz, kuzeydoğuda Hakari nehrine, kuzeybatıda Zegamçay’a, kuzey ve kuzeydoğuda Kür nehrine, güneydoğuda ise Gustaşfi’ye kadar uzanmaktadır. Kür ve Araz nehirlerinin sularıyla beslenen bölge yüksek ürün veren verimli bir bölge olarak gösterilmektedir. Ermenistan işgaline kadar bölge bütünüyle Azerbaycan toprakları içerisinde yer almakta başka bir ülke ile herhangi bir sınırı bulunmamaktaydı. Bölge içerisinde yıllık ortalama sıcaklık 0-10 0C, ortalama yağış miktarı ise 600 – 1200 mm’dir.  Dağlık Karabağ bölgesi coğrafı konumu dışında doğal zenginlikleri ve yer altı madenleri açısından da önemli bir konumdadır. Turşusu ve Şırlan gibi dünyaca önemli soğuk mineral su kaynakları bulunmakta ve birçok değerli maden yatağına ev sahipliği yapmaktadır. Ancak günümüz koşullarında Dağlık Karabağ’ın ekonomik durumunun pek de iyi olduğu söylenemez. Karasal iklimin hakim olduğu coğrafyada sınırlı sayıda meyve, tahıl ve hayvancılığa dayanan bir ekonomik döngü vardır.

Çar I. Petro ile birlikte gelişmeye başlayan ve 18. Yüzyıl ile birlikte dünyanın güçlü devletlerinden biri olmaya başlayan Rusya, Petro döneminden itibaren topraklarını genişletme ve sıcak denizlere inme politikası izlemeye başlamıştır. Bu politika gereği önce Kafkaslar, daha sonra ise İran ile Osmanlı Devleti’nin topraklarını işgal etmeyi planlamıştır. Bunun neticesinde kendisine bir kukla ya da tampon bir devlet oluşturma sürecine giren Çarlık Rusya, bu planda Ermenileri öne süremeye başlamıştır. Dönemin koşullarında Osmanlı ile İran’ın kendisine karşı mücadele edemeyeceğini gören Çarlık Rusya önce 1801 yılında Gürcistan’ı, 1803 yılında ise Gence’yi işgal etmiştir. 1805 yılında ise Rus Orduları komutanı Sisianov, Karabağ Hanının Rusya’ya tabi olmasını istedi. Çarlık Rusya karşısında bir varlık gösteremeyeceğini anlayan İbrahim Halil Han, Rusya’ya tabi oldu. Bunun karşılığında İbrahim Halil’in Hanlığının devam edeceği bildirildi. 14 Mayıs 1805 yılında İbrahim Halil Han ile Sisianov arasında Gence şehrinde Kürekçay Anlaşması imzalanarak Karabağ Hanlığı, Çarlık Rusya himayesi altına girmiştir.

Karabağ'da Çarlık yönetimi. Ermenilerin Karabağ'a toplu yerleştirilmesi

Çarlık Rusya himayesi altında yaşamak istemeyen Gürcistan Halkı’nın isyan etmesini bir fırsat olarak gören İran, Ruslar tarafından işgale uğrayan bölgeleri geri alabilmek için saldırıya geçmiş Talış Hanlığını geri alsa da Şeki Hanlığına yaptığı saldırıda ordusunun düzeni bozulduğu için 12 Ekim 1813’de İran bozguna uğramamak adına Karabağ’ın Gülistan köyünde Rusya ile Gülistan Barış Antlaşmasını imzalamıştır. Bu antlaşma ile birlikte Çarlık Rusya Transkafkasya bölgesinde güçlenmeye başlamış ve İran’ın iç işlerine karışmaya başlamıştır. İran 1813’de kaybettiği toprakları geri alabilmek için Veliaht Prens Abbas Mirza komutasında bir ordu ile 1828 yılında Rusya’ya karşı yeni bir savaş girmiş, bu tarihlerde Navarin’de donanması yakılan Osmanlı Devleti’nin de Ruslar karşısında desteğini alacağını düşünmüş ancak gerekli desteği göremeyen İran, Rusya karşısında hızla yenilmeye başlayınca tekrardan bir barış antlaşması yapma gereği duymuştur. 10 Şubat 1828 yılında Tebriz yakınlarındaki Türkmençay Köyünde Türkmençay Barış Antlaşması imzalanmıştır.

1813 yılında imzalanan Gülistan Barış Antlaşmasındaki maddelerin aynen geçerli olduğu bu yeni antlaşma ile birlikte Revan, Nahçıvan ve Ordubad Hanlıkları Çarlık Rusya komutasını bırakılmıştır. Böylece Dağıstan, Gürcistan, Kuzey Azerbaycan (Karabağ dahil), Revan ve Nahçıvan Rus işgali altına girmiştir. Antlaşma ile birlikte Çarlık Hazar Denizi’nde kendine ait savaş filosu bulundurma hakkını elde ettiği gibi antlaşmanın yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıllık süre içerisinde İran ile Rusya topraklarında yaşayan halklar istedikleri takdirde diğer tarafa göç edebilme hakkını elde etmişlerdir. Kafkasya bölgesinde elde ettiği topraklar ve göç hakkı maddesiyle birlikte Ruslar bölge içerisinde bir Ermeni Oblastı oluşturmuşlardır.

Karabağ Hanlığı

Çarlık Rusya ile İran arasında imzalanın Türkmençay Antlaşması ile birlikte İran bölgenin Rusya’ya ait olduğunu tamamen kabul etmiş bulunmaktaydı. Osmanlı – Rus savaşları sonucunda ise 14 Eylül 1829 Edirne Antlaşmasıyla birlikte Kafkasya bölgesi tam olarak Rus işgali altına girerek kontrol altına alınmıştır. 1828 – 1830 tarihleri arasında Osmanlı ve İran’dan gelen göçler ile birlikte Güney Kafkasya bölgesine 200 bin Ermeni göç ettirilmiştir. 1800’lü yıllardan başlayan göç politikası sonucunda 1908 yılına gelindiğinde Güney Kafkasya bölgesi içerisinde 1.300.000 Ermeni göç ettirilmiş bunların 1.000.000 Çarlık Rusya dışında bölgeye göç etmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Çarlık Rusya içerisinde gerçekleşen Şubat ve Ekim ihtilallerinden yaralanarak Bolşevizm bayrağı altında toplanan Ermeniler, 1918 yılı içerisinde Bakü’de yaşayan Azerbaycan Türklerine karşı etnik kimliklerinden dolayı kitlesel bir kırım uygulamıştır. Bu saldırılar Azerbaycan’ın Şirvan, Karabağ, Zenguzur, Nahçıvan, Lenkeran ve diğer bölgelerinde de sistematik bir şekilde devam etmiştir.

Azerbaycan Halk Cumhuriyeti dönemine ait sınırları gösteren harita, 1918-1920

Şubat ve Ekim ihtilallerinin ardından Azerbaycan Türkleri 120 yıl süren Rus zulmünden sonra Kuzey Azerbaycan coğrafyası içerisinde 28 Mayıs 1918’de bağımsız devletini kurmuştur. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti 86.000 km2’lik alan üzerinde kurulmuş olup, Bakü ve çevresi Bolşevik Ermeniler tarafından işgal altında olduğu için başkent olarak ise 60.000 Türk’ün yaşadığı Gence kenti seçilmiştir. Ermeniler ile Azerbaycan Türkleri arasında Batum’da anlaşma yapılsa bile Ermeniler verdikleri sözleri tutmamış ve Revan, Zengezur ve Karabağ bölgelerinde Türklere katliam yapmaya devam etmiştir. Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Türkleri arasında Batum’da yapılana anlaşma gereği Azerbaycan Türkleri, Osmanlı’dan yardım istemiş ancak Osmanlı Devleti Osmanlı – Rus savaşları sonucunda çizilen sınırı geçemediği için önce bir şey yapamamış ama katliamların devam etmesiyle birlikte harekata geçilmiştir. Kafkasya’ya bir ordu göndermeye karar veren Osmanlı Devleti’nde müttefik Almanya da onların Kafkasya bölgesine geçmesini istememekteydi. Bunun neticesinde Almanların herhangi bir müdahalesini bertaraf etmek amacıyla yola çıkan orduya “Kafkas İslam Ordusu” adı verilmiştir. Bölgeye gönderilen birliğe bölge içerisinde toplanan gönüllülerden eklenerek Nuri Paşa komutasında harekata geçilmiştir. İlk iş olarak Gence’ye gelen Nuri Paşa, Gence ve çevresindeki Ermenileri silahsızlandırmıştır. Nuri Paşa komutasındaki ordu hızla Azerbaycan topraklarını tek tek işgalden kurtarmış 15 Eylül 1918’de de Bakü’yü kurtararak Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin başkenti Gence’den Bakü’ye taşınmıştır.

Kafkas İslam Ordusu Kürdemir, Şemahı, Hacıgabul, Nahçıvan ve ardından da Bakü’yü işgal altından kurtardıktan sonra Ordu yönlerini Karabağ’a doğru çevirdiler. Şuşa ve Geros’un işgalden kurtarılmasıyla birlikte Enver Paşa’nın da isteği yerine getirilmiş olacak ve Azerbaycan ile Osmanlı toprakları bir hudut olacaktı. Ordu karargahı Ağdamda kuruldu ve hareket buradan yönetilmeye başlandı. Türk Ordusu 25 Eylül 1918’de Karabağ topraklarında girdi. 4 Ekim’de Şuşa yönüne doğru hareket eden Türk ordusu 8 Ekim’de Şuşa’ya girdi ve muharebeler devam ettiği sırada Birinci Dünya Savaşı sona erdi. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin 11 ve 15.’inci maddeleri gereği Osmanlı Devleti, Azerbaycan topraklarındaki kuvvetlerini geri çekti. Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesiyle birlikte İngilizler Kafkasya’ya çıkarma yaptılar ve Azerbaycan petrollerine sahip olmak amacıyla bütün Güney Kafkasya’yı işgal ettiler.

Türk Ordusu’nun Azerbaycan topraklarını terk etmesini bir fırsat olarak gören Ermeniler sistematik katliamlarına tekrar başlamış ve bu katliamların en dehşetlisini Şuşa’da 22 Mart 1920 tarihinde Azerbaycan Türklerinin Nevruz bayramını kutladığı sırada gerçekleştirmiştir. İhtilal sonrası Sovyet Rusya’sının güçlenmeye başlaması ile birlikte Çarlık Rusya’sı sınırlarına genişlemek istemesi sonucunda Sovyet ordusu Azerbaycan’ın Kuzey sınırlarına gelerek ülkeyi işgal etme girişimine başlamıştır. Sovyet destekli ayaklanmalar sonucunda birliklerini Karabağ’a yönlendiren Halk Cumhuriyetinin Başkenti zayıf bir durumda olmasını fırsat olarak gören Sovyetler 27 – 28 Nisan 1920’de Bakü’yü işgal ederek Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ne son vermiştir. 30 Kasım 1920 yılında ise Zengezur kazasının batısı ise Ermeniler tarafından ilhak edilmiş ve böylece Nahçıvan bölgesi Azerbaycan’ın ana karasından ayrı kalmıştır.

Kızıl Ordu Bakü'de, Mayıs 1920

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Azerbaycan Halk Cumhuriyetini işgal ettikten sonra 28 Nisan 1920 tarihinde Sovyet Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyetini ilan etmişlerdir. Bu tarihten iki yıl sonra ise Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Sovyet Cumhuriyetlerinin içerisinde bulunduğu “Federal Kafkas Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” kurulmuştur. Karabağ, Nahçıvan ve Zengezur bölgeleri üzerindeki hak iddialarını Sovyetler yönetimi kendilerinden önceki Çarlık yönetiminin mantığı benimseyerek böl ve yönet mantığıyla çözmeye çalışmıştır. Bunun neticesinde Zengezur bölgesi Ermenilere, Karabağ ile Nahçıvan ise Azerbaycan Türklerine bırakılmıştır. Böylece Türkiye ile Azerbaycan toprakları arasında bir Ermeni bölgesi kurularak Kafkasya bölgesinde bir Türk tehdidini de ortadan kaldırmış bulunmaktaydılar. Sovyet yönetiminin aldığı karar doğrultusunda 7 Temmuz 1923 tarihinde Dağlık Karabağ Özerk Vilayeti oluşturulmuş ve merkezinin Şuşa olarak karar verilmesine rağmen daha sonradan merkez Hankendi olarak değiştirilmiştir. Hankendi’nin ise ismi değiştirilerek Stepnakert olarak adlandırılmıştır.

Sovyetlerin bu kararlarına rağmen Emeniler Karabağ üzerindeki hak iddialarından vazgeçmeye niyetli değildi. 1924 yılında Dağlık Karabağ Özerk Vilayeti yapılan bir referandum ile tekrardan Azerbaycan’a bağlanmıştır. 1923 – 1930 tarihleri arasında Ermeniler birçok protesto gerçekleştirmiş ve Karabağ’ın kendilerine bağlanmalarını istemişlerdir. 1924 – 1929 yıllarında Karabağ bölgesi içerisinde “Kızıl Kürdistan Hükümeti” kurularak bir Özerk Kürt Cumhuriyeti kurulmuş ve Nahçıvan bölgesi gibi Azerbaycan’a bağlanmıştır. Burada amaç Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasında bir tampon bölge oluşturulmasıydı. Ancak 1930 yılında Sovyetler bölgeye tamamen hakim olunca bu özerk cumhuriyeti ortadan kaldırmışlardır.  1936 yılında ise Federal Kafkas Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği feshedilerek üç cumhuriyet sınırları aynı kalarak bir SSC olarak devam etmiştir.

SSCB içerisinde Ermeniler yıllarca Karabağ ve Nahçıvan bölgelerinin kendilerine bağlanması gerektiğine dair protestolar gerçekleştirmiş, her iktidar değişikliğinde ya da her güç boşluğunda iddialarını dile getirmişlerdir. Ancak her Sovyet hükümeti aynı cümleyi tekrarlamış ve anayasaları gereği bu toprakları sadece Azerbaycan SSC’sinin verebileceği ve bu bölgelerin onlara ait olduğunu belirtmişlerdir. 1930’lardan 1980’lere kadar bölge içerisinde herhangi bir çatışmaya girilmemiş ancak 1985 yılında Gorbaçov’un iktidara gelerek tıkanan sistemin önünü açmak için başlattığı glasnost ve perestroyka politikaları sonucunda milletler arasında milli bilinç oluşmaya başlamasıyla bu döneme kadar isteklerini sürekli dile getiren Ermeniler Dağlık Karabağ konusunda Azerbaycan Türkleri ile bir etnik çatışmaya girmeye başlamıştır. Sovyetler içerisindeki özgürlük hareketleri Kafkasya bölgesindeki bütün sorunlu alanlarda olduğu gibi Dağlık Karabağ’daki çatışmaları da tetiklemiştir.

Dağlık Karabağ Tarihçesi ve Siyasi Durum

Nadir Şah’ın ölümünden sonra Kuzeyde Azerbaycan hanlıkları kendi bağımsızlıklarını ilan ettiler ve bir daha İran hâkimiyetine girmek istemediler. Kendi aralarında sıkça yaşanan egemenlik mücadeleleri sonucunda zaman zaman birbirlerine boyun eğseler de, bağımsızlıklarını 19. yüzyılın başlarında uğradıkları Rus istilasına kadar sürdürdüler. Hanlıklardan biride Karabağ Hanlığı (1747-1822).

1828’deki Türkmençay Antlaşması’yla Azerbaycan’ın İran Nehrinden kuzeyde kalan toprakları Çarlık Rusya tarafından işgal edilmiştir. 1918’de Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kurulmuş ve Karabağ’da Azerbaycan’ın sınırları altına alınmıştır.

Azerbaycan toprakları içinde kalan 4392 kilometre karelik bir alana sahip olan Karabağ yer altı ve yer üstü doğal kaynaklar bakımından oldukça zengindir. Tarihsel süreçte hep Türk toprakları içinde kalan Karabağ birçok Türk devletine mensup olmuştur.

Rusların 1832’deki ilk resmi sayımına göre Karabağ’ın % 64’ü Türk, % 34’ü Ermeni idi. Bilhassa Birinci Dünya Savaşı sürecinde Ermenilerin Karabağ’a gerçekleştirdikleri yoğun göç hareketleri, buradaki Ermeni nüfusunu arttırdı.

Öte yandan 1930’da Ermenistan’da yaşayan Azerbaycan Türkleri yoğun bir istibdada tabi tutularak çeşitli zulümlere maruz kaldılar. Aynı yılda uygulanan psikolojik baskılar ve tutuklama olayları Azerbaycan Türkleri buradan göçmeye zorlamıştır.

Son yüzyılda bölgedeki çoğunluğunu kaybeden Azerbaycan Türkleri, burada Rusya ve Ermenistan’ın izledikleri arındırma politikalarının karşısında duramamış, yurtlarını terk ederek Azerbaycan’ın diğer bölgelerine göç etmek zorunda kalmışlardır.

1917’de gerçekleşen Bolşevik İhtilali, Karabağ’da siyasi ve sosyo-ekonomik dengeleri değiştirmişti. Çarlık’tan Sovyet yönetimine geçen bölgede sömürge siyasetinin sürdürülmesi arzusu, Asya halklarına tanınan bağımsızlık haklarını ortadan kaldırıyordu. Kızılordu’nun işgaliyle Azerbaycan Halk Cumhuriyeti 1920’de sona erdi.

Ermeniler, Rusya’nın içinde bulunduğu bunalımı fırsat bilerek 1987’de Karabağ’ı istemeye başladılar. Sovyet döneminde 1989’da Ermeniler Dağlık Karabağ’ın nüfusunun % 70’ini oluşturuyordu. Sovyet Rusya parçalanmaya başlayınca bölgedeki çoğunluğu teşkil eden Ermeniler, Ermenistan’a bağlanmak istediler. Ancak Sovyet yönetimi bunu reddederek bölgenin Azerbaycan’a bağlı kalacağını bildirdi. Ardından 1989’da bölge doğrudan merkeze bağlanmıştır.

Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ve sınırları, 1990

1991’de Azerbaycan ve Ermenistan’ın bağımsızlık kazanmasının ardından Ermeniler Rusya’dan aldıkları güçle Karabağ üzerinde hak iddia etmeye başladılar. Dağlık Karabağ’daki Ermenilerin bağımsızlıklarını ilan etmesiyle, bölgede Rusya’nın da içinde yer aldığı bir çatışma başlamıştır.

Sovyetler Birliği zamanında Moskova Ermeni silahlı gruplara karşı İçişleri Bakanlığına bağlı silahlı kuvvetleri ve birlikleri göndererek Karabağ’daki şiddet hareketini pasifize etmeyi başarmıştır. 1988 yılında Ermeniler ve Azerbaycanlılar arasında başlayan küçük çaplı çatışmalarda Azerbaycanlılar 1992 yılının bahar aylarına kadar üstünlük sağlamıştır. Fakat Ermenilerin stratejik Laçın koridorunu işgal ederek Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasında bağlantıyı sağlaması ve Şuşa ve Hocalı gibi iki önemli noktanın Ermenilerin eline geçmesi Azerbaycan açısından sonun başlangıcı olmuştur. 1992-93 yılları boyunca Ermeniler Agdam, Fizuli, Cebrail, Kelbecer, Kubatlı ve Zangelan’ı da ele geçirmişler, 1993-94 kış mevsiminde Azerbaycanlılara karşı saldırılarını geri püskürtmeyi başarmışlardır. Günümüze kadar küçük çaplı ihlallere rağmen ateşkese uyulmamaktadır. Dağlık Karabağ sorunu Azerbaycan halkında manevi ve maddi kötü etkiler yaratmıştır.

Azerbaycan’ın topraklarının yaklaşık yüzde 20’sine denk gelen Dağlık Karabağ ve civarındaki bazı bölgeler, 1990’ların başından bu yana Ermenistan işgali altında bulunuyor.

Tarafları müzakere masasına getirme girişimleri farklı düzeylerde yapıldı. Ancak Ermenistan veya Azerbaycan’daki liderler her değiştiğinde, görüşmelerin yeniden başlatılması gerekiyordu. Görüşmelere Rusya, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa, Mart 1992’de Minsk’te Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) bir konferansında kurulan AGİT Minsk Grubu tarafından başkanlık edildi.

12 Mayıs 1994’te uluslararası aktörlerin özellikle Rusya Federasyonu’nun baskıları ile Haydar Aliyev ateşkes imzalamıştır. Bugüne kadar diplomasi ile kalıcı bir çözüm üretilememiştir.

Karabağ sorunu BM’de defalarca tartışıldı. 1993-94’te BM Güvenlik Konseyi, Ermeni birliklerinin Azerbaycan topraklarından çekilmesini ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü destekleyen dört karar kabul etti, ancak hiçbiri bu zamana kadar uygulanmadı. Dağlık Karabağ, Birleşmiş Milletler (BM) ve uluslararası toplum tarafından Azerbaycan’ın bir parçası olarak tanınıyor.

Rusya’nın Dağlık Karabağ siyasetine baktığımızda, onun Dağlık Karabağ sorununda her durumda Ermenistan’ın yanında bulunduğunu ve Ermenistan’a ordu kuruculuğuyla ilgili her türlü desteği sağladığını, Azerbaycan’ın ise bu konudaki faaliyetlerini ise her daim engellediğini görebiliriz.

Karabağ Savaşı

Dağlık Karabağ, Azerbaycan’ın Kür ve Aras ırmakları ile günümüzde Ermenistan sınırları içerisinde bulunan Gökçe Gölü arasındaki dağlık bölge ile bu bölgeye bağlı ovalardan meydana gelen Karabağ bölgesi içinde coğrafi olarak 4392 km2’lik bir alanını oluşturan bir bölgedir. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ bölgesi, 1920’de iki ülke arasında bölgenin Ermenistan’a bağlanmasını isteyen Ermeniler ile bunu kabul etmeyen Azerbaycan arasında ciddi anlamda sorun oluşturmuştur.  1935 tarihinde Ermeni Komünist Parti Sekreteri, Stalin’den Dağlık Karabağ ve Nahçıvan’ı istemesine rağmen bu talepler SSCB tarafından kabul edilmemiştir. Ermenistan SSCB kurulduğu andan itibaren bu taleplerini sürekli tekrarlamıştır. Genellikle Moskova tarafından bu taleplere olumlu bakılsa da o zamanki dünyanın genel siyasi durumu buna uygun olmadığı için bu talepler reddedilmiştir. 23 Aralık 1947 yılında Stalin tarafından imzalanan bir kararla Ermenistan sınırları dâhilinde tarihi vatanlarından ayrılmak zorunda kalan Karabağ’daki Azerbaycan Türkleri, Azerbaycan’ın içlerine doğru göç ettirilmeye zorlandırılmıştır. Bizzat devlet eliyle yürütülen bu zorunlu göçler haricinde baskı ve şiddetlere daha fazla dayanamayan on binlerce kişi de yaşamış olduğu yerleri terk ederek Azerbaycan’a sığınmışlardır. Dağlık Karabağ sorunu, SSCB’de her iktidar değişikliğinde tekrar ortaya konulmuştur.

Hürriyet Gazetesi, 24 Eylül 1991

1980’li yılların sonlarında dünyada yaşanan siyasi ve iktisadi gelişmeler sonucunda sosyalizm sistemi çökmeye ve Sovyet yönetimi ülkesindeki egemenliğini yitirmeye başlamıştır. Bu siyasi ortamda, ülkeleri Ruslar tarafından işgal edilmiş olan milletler milli bağımsızlık hareketine girişerek hem Sovyetlerin çöküşünü hızlandırmışlar hem de bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. 18 Kasım 1987’de Gorbaçov’un ekonomiden sorumlu danışmanı Abel Aganbekyan, Karabağ’ın ekonomik ve siyasi sorunları ile ilgili olarak Fransa’nın L’Humanite gazetesine verdiği demeçte Karabağ’ın Ermenistan’la birleştirilmesi gerektiğini söylemiştir.

28 Kasım 1989’da, Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti bölgedeki Ermenilerin haklarının korunması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması şartıyla DKÖB yönetiminin yeniden Azerbaycan’a bırakılmasına, fakat güvenlik güçlerinin orada kalmaya davam etmesine karar vermiştir. Karar, DKÖB’nin Azerbaycan toprağı olduğunu bir daha onayladığı için Ermenilerce, kendi iç meselesi konusunda Azerbaycan’a bazı dikteler ettiği için de Azerbaycan tarafından eleştirilmiştir. Ermenistan daha da ileri giderek 1 Aralık 1989’da DKÖB’ni kendisine birleştirme kararı almıştır. Bunun üzerine, 7 Aralık 1989’da, Azerbaycan Yüksek Sovyeti Ermenistan Parlamentosu’nun aldığı DKÖB ilhak kararını kınamış ve bölgeyi yönetmek üzere, Azerbaycan SSC Egemenlik Yasası’na (23 Eylül 1989’da kabul edilen bu yasada Karabağ üzerinde Azerbaycan’ın egemenliği de ayrıca vurgulanmıştı) dayanarak başkanlığını Azerbaycan KP İkinci Sekreteri Viktor Polyaniçko’nun yaptığı “Teşkilat Komitesi” kurmuştur. 2 Ocak 1990’da DKÖB’nin merkezi Hankendi’nde Azerbaycan Türklerini taşıyan otobüs konvoyu Ermenilerin saldırısına uğramıştır. Güvenlik güçleri saldırıyı güçlükle önlediği olaylar sırasında 1 kişi ölmüş ve 3 kişi yaralanmıştır. 9 Ocak 1990’da Ermenistan Parlamentosu’nun 1990 Yılı Bütçe Yasası’nı onaylarken ekonomik plan kapsamına DKÖB’yi de dahil etmesi olayları çığırından çıkaran önemli gelişmelerden birisi olmuştur. Toprak bütünlüğünün ciddi tehdit altıda kalması ve bölgedeki Azerbaycan vatandaşların can güvenliğinin sağlanamaması nedeniyle Azerbaycan toplumunda hem Moskova yönetimine, hem de Azerbaycan yönetimine karşı protesto gösterileri artmıştır.

12 Ocak 1990’da Ermenilerin bölgedeki iki Türk yerleşim birimine saldırmaları sonucu, 12 kişi ölmüş, 22 kişi esir alınmıştır. 13 Ocak 1990’da, Bakü’de yaşayan bir Ermeni etnik çatışma zemininde iki Azerbaycanlıya baltayla saldırmıştır. Saldırıya uğrayanlardan birisi ölmüş, diğeri ağır yaralanmıştır. Bu haberin o sırada gerçekleşmekte olan büyük bir mitinge ulaşması üzerine karşı saldırı düzenlenmiş ve bu saldırı sırasında büyük çoğunluğu Ermeni olmak üzere toplam 34 kişi hayatını kaybetmiştir. Olayların daha da trajik boyut kazanmasını neden gösteren Moskova yönetimi, Bakü’de ve Azerbaycan’ın bir çok başka bölgesinde (DKÖB dahil) olağanüstü hal uygulaması başlatmıştır. 19 Ocak 1990 tarihinde akşam saatlerinde Kızıl Ordu birlikleri havadan, karadan ve denizden Azerbaycan’a çıkartma yapmış, çıkartmadan ancak birkaç saat sonra aslında Bakü’de olağanüstü hal ilan edildiği duyurusu yapılmıştır. Amacı daha çok Azerbaycan’daki bağımsızlık yanlılarını ezmek olan çıkartma sonucunda en az 130 kişi ölmüş, yüzlercesi yaralanmıştır. 23 Ağustos 1990’da Ermenistan egemenliğini ilan ederken, uluslararası hukuku hiçe sayarak, DKÖB’yi kendi toprağı olarak göstermiştir.38 Bu arada, 1990 yılı boyunca da Ermenistan’ın bu bölgeyi kendi topraklarına katma girişimleri ve bu çerçevede karşılıklı saldırılar devam etmiştir.

Dönemin Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev cephe hattında

Yukarıda ifade edilen son olaylar gelişirken artık Azerbaycan bağımsızlığına tam olarak kavuşmuştu. 18 Ekim 1991’de Azerbaycan bağımsızlığını ilan etmiştir. Daha öncesinde ise, 23 Eylül 1989’da Egemenlik Yasası, 25 Mayıs 1991’de Ekonomik Bağımsızlık Yasası, 30 Ağustos 1991’de Bağımsızlık Bildirisi Azerbaycan Yüksek Sovyet’i (Azerbaycan parlamentosu) tarafından onaylanmıştır. Bu süreçte Azerbaycan Yüksek Sovyet’i, 9 Ekim 1991’de Ulusal Ordunun kurulmasına ilişkin karar kabul etmiştir. Bu arada Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecine paralel olarak Ermenistan da bağımsızlığına kavuşmuştu. 1991’in sonlarında bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti parlamentosu, eski DKÖB’yi Azerbaycan’ın bir parçası olarak gösteren hiç bir uluslararası anlaşmayı tanımayacağını açıklamıştır. Halen teorik olarak yürürlükte olan bu karar uluslararası alanda temel ilkelerden birisi olan devletlerin toprak bütünlüğü ilkesini açıkça ihlal etmektedir. Fakat bu devletlerin uluslararası kuruluşlara üyelik süreci başladıktan sonra, Ermenistan’ın Azerbaycan’a yönelik işgalci politikasında taktik değişiklikler görülmeye başlanmıştır. Yeni taktiğe göre öncelikle eski DKÖB’nin Azerbaycan’dan tamamen ve uluslararası kamuoyunda kabul görecek şekilde ayrılması sağlanacak, daha sonra artık Azerbaycan’a bağlı olmayan bölgenin Ermenistan’a birleştirilmesi tamamen gerçekleştirilecektir. Nitekim bu tarihlerde Ermenistan artık eski DKÖB’nin Ermenistan’a birleşmesini değil, bağımsız bir cumhuriyet olacağı tezini savunmaya başlamıştır. Bu amaçla, 10 Aralık 1991’de artık özerkliği olmayan bir bölgede eski DKÖB’de yapılan sözde referandum sonucu, 6 Ocak 1992’de “Artsak Ermeni Cumhuriyeti” ilan edilmiştir. 1992 yılına gelindiğinde, artık iki toplum arasındaki çatışmalarda ölenlerin sayısı bini geçmişti.

Böylece Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını 30 yıllık işgal süreci başlamıştır.

İşgal tarihleri:

Hankendi- 26.12.1991

Hocalı- 26.02.1992

Şuşa- 08.05.1992

Laçın- 18.05.1992

Hocavend- 02.10.1992

Kelbecer- 02.04.1993

Ağdere- 17.06.1993

Ağdam- 23.02.1993

Cebrayıl- 23.08.1993

Füzüli- 23.08.1993

Qubadlı- 31.08.1993

Zengilan- 29.10.1993

Azerbaycan Katliamı

Ocak 1990 trajedisine giden yol 1987 yılında, Azerbaycanlıların Ermenistan’daki tarihi topraklarından bir sonraki kitlesel sürgününün ve Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a ekleme girişimlerinin yaygınlaşmasıyla başladı. Artan gerilimi önlemek yerine, Sovyet liderliği Azerbaycan halkına karşı korkunç bir suç işlemiştir.

Bakü'de 20 Ocak 1990 tarihinde bağımsızlık mücadelesi veren Azerbaycanlıların Sovyet askerleri tarafından hunharca katledilmesini fotoğraflayarak belgeleyen Rasim Sadigov, olaydan 26 yıl geçmesine rağmen faciayı hala rüyalarında gördüğünü söyledi.

19-20 Ocak 1990 gecesi Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov’in emriyle SSCB Savunma Bakanlığı, Devlet Güvenlik Komitesi ve İçişleri Bakanlığı birlikleri Bakü’ye ve Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerine girdi. Bakü’nün Sovyet ordusunun ve iç birliklerin geniş bir özel kuvvetleri birliği tarafından işgaline ve benzeri görülmemiş bir vahşet eşlik etti. Olağanüstü hal ilanından önce ordu, 82 kişiyi vahşice öldürdü ve 20 kişiyi yaraladı. Olağanüstü hal ilan edildikten birkaç gün sonra Bakü’de 21 kişi öldürüldü. Olağanüstü hal ilan edilmeyen bölge ve şehirlerde 25 Ocak’ta Neftçala’da ve 26 Ocak’ta Lenkeran’da sekiz kişi daha öldürüldü.

Böylelikle askerlerin yasadışı sızması sonucunda Bakü ve çevresinde 131 kişi öldü, 744 kişi yaralandı. Ölüler arasında kadınlar, çocuklar ve yaşlıların yanı sıra sağlık görevlileri ve polis vardı.

Yasadışı asker sızmasına sivillerin toplu tutuklanmaları da eşlik etti. Operasyon sırasında başkent Bakü ve ülkenin diğer şehir ve bölgelerinde 841 kişi yasadışı olarak tutuklandı, 112’si SSCB’nin çeşitli illerindeki cezaevlerine gönderildi. Ordu, ambulanslar da dahil olmak üzere 200 ev, 80 arabaya ateş açtı ve yangınlar sonucu büyük miktarda devlet ve özel mülkiyeti tahrip etti.

Ocak 1990 kurbanları sembolik olarak “20 Ocak Şehitleri” olarak adlandırılır. Azerbaycan’da toplamda 150 “20 Ocak şehidi” var.

Trajedinin hemen ardından 21 Ocak 1990’da ulusal lider Haydar Aliyev ve ailesi, yerli halkla dayanışma göstermek için Moskova’daki Azerbaycan Daimi Temsilciliği’ni ziyaret etti, SSCB liderliğinin bu kanlı operasyonunu protesto etti ve liderliği ifşa etti. “… Azerbaycan’daki olayları hukuka, demokrasiye, hümanizme ve … hukukun üstünlüğüyle yönetilen bir devlet kurma ilkelerine aykırı görüyorum… 19-20 Ocak gecesi, katliamla sonuçlanan askeri müdahalenin dayanağı olmayacak… Katliamı işleyenlerin hepsi cezalandırılmalı! ‘’ Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Yüksek Meclisi’nin aynı yılın 20 Kasım’daki oturumunda ulusal lider Haydar Aliyev, Ocak trajedisini Azerbaycan halkının egemenlik haklarına yönelik bir saldırı olarak değerlendirdi. ‘’Sovyetler Birliği’ndeki Büyük Vatanseverlik Savaşı’nın sona ermesinden sonra ülke içinde – hiçbir yerde, hiçbir bölgede bu ölçekte bu kadar kanlı bir katliam yaşanmadı… Demek bu Azerbaycan halkına yönelik bir askeri saldırı, bir hakaret, Azerbaycan halkına yönelik bir suç. “

Bu çığır açan olay Azerbaycan’ın ulusal kimliğinin oluşumunda belirleyici bir etkiye sahipti ve devlet bağımsızlığının restorasyonunda bir dönüm noktası oldu. Bu trajediden sonra, ulusal kurtuluş hareketi geri döndürülemez, tam teşekküllü bir siyasi gerçeklik haline geldi ve insanlar geleceklerini sadece bağımsız Azerbaycan’da gördü.

29 Mart 1994’te ulusal lider Haydar Aliyev’in girişimiyle, 20 Ocak trajedisine ilk kez yüksek yasama organı olan Milli Meclis düzeyinde hukuki ve siyasi bir değerlendirme yapıldı. Milli Meclis’in kararı şu şekildedir: “Azerbaycan’da ulusal kurtuluş hareketini bastırmak, demokratik ve egemen bir devlet kurmak için ayaklanan halkın güvenini ve iradesini kırmak, ulusal kimliklerini aşağılamak ve Sovyet askeri makinesinin gücünü herhangi bir millete göstermek için. Sovyet Silahlı Kuvvetlerinin 20 Ocak 1990’da Bakü’ye ve ülkenin çeşitli bölgelerine saldırısı, adaleti savunmak için sokaklara çıkan silahsız insanların acımasızca öldürülmesi ile sonuçlanmalı, totaliter komünist rejim tarafından Azerbaycan halkına yönelik askeri saldırı ve suç olarak değerlendirilmelidir.

Azerbaycan halkı 20 Ocak şehitlerinin anısına değer veriyor. Trajedinin yıldönümüne her yıl kalabalık ziyaretler eşlik etmekte, halk bağımsızlık şehitlerinin mezarlarına karanfiller koymakta, onları gururla anmakta, katillerini lanetlemekte ve bu trajedinin faillerine olan derin nefretlerini dile getirmektedir.

Her yıl 20 Ocak, 12: 00’de Bakü saatinde, 20 Ocak şehitlerinin anısı Azerbaycan genelinde bir dakikalık saygı duruşu ile anılıyor, gemilerden, arabalardan ve trenlerden sesli sinyaller veriliyor, yas işareti olarak devlet bayrakları indiriliyor.

Hocalı Soykırımı

Hocalı, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki önemli bir yerleşim merkezidir. Ağdam, Şuşa, Hankendi, Askeran yolları üzerinde yer alan ve Karabağ için önemli stratejik konuma sahip bir yerdir. Hocalı Soykırımı, Karabağ savaşı sırasında 26 Şubat 1992’de Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı ilçesinde yaşayan Azerbaycanlı sivillerin Ruslar ve Ermeniler ve tarafından toplu şekilde öldürülmesi olayıdır. Ermenistan devleti 1992 yılının 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gecede bölgedeki 366. alayın da desteği ile önce giriş ve çıkışını kapadığı Hocalı ilçesinde, hem Azerbaycan Cumhuriyetinin resmî rakamlarına göre, 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı dâhil olmak üzere toplam 613 sakin öldürülmüş, toplam 487 kişi ağır yaralanmıştır. 1.275 kişi ise rehin alınmış ve 150 kişi ise kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başları kesildiği görülmüştür. İnsan hakları izleme örgütü olayı Dağlık Karabağ savaşı içerisinde yapılan en büyük katliam olarak nitelemiştir. Ayrıca Azerbaycan Parlamentosu da 1994 senesinde aldığı kararla, Hocalı’da yaşanan katliamın soykırım olduğunu ilan etmiştir.

Hocalı soykırımından bugün hayatta kalanlar Ermenilerin yaptıkları insanlık dışı mezalimi şöyle anlatmaktadırlar: “Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atıyordu. Hamile kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı. Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK–47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı: Ermenice, ‘Akçik, manç?’ (Kız mı, oğlan mı?) ‘Akçik’ (Kız) Bu cevap üzerine ‘oğlan’ diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi. Ermenice, ‘Tun şahetsar, ınger’ (Sen kazandın, yoldaş) Ermenice, ‘Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdan’. (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?) Ermenice, ‘Mayrigı bedge gişdatsine’ (Annesi besleyecek elbette) Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı. Ermenice, ‘Mayrig yerahayin zizdur’ (Çocuğa meme ver).

Uluslararası hukuk düzenini savunan devletlerin olmayan bir soykırımı yaptırım olarak Türklerin önüne koyarken, gözlerinin önünde gerçekleşen bir Müslüman-Türk soykırımına seyirci kalması düşündürücüdür. Bunun için sadece 26 Şubat 1992 tarihinde Hocalı’da yaşanan soykırımı belirtmek yeterlidir. Ermeni ve Rus birliklerinin bizzat katılımıyla silahsız Türklere  karşı Hocalı’da yapılan soykırımın sorumluları uluslararası hukukun üstünlüğüne diğer toplulukların inanması adına sorgulanmalıdır.

Son Gelişmeler

Ermenistan’ın 27 Eylül 2020 tarihinde Azerbaycan’a düzenlediği saldırı sonrasında Azerbaycan ordusu işgal altındaki topraklarını kurtarmak maksadıyla bir karşı harekât başlattı.

  • 27 Eylül ile 9 Kasım arası tarihleri içeren karşı askeri operasyonlar neticesinde Azerbaycan,
  • Fuzuli şehir merkezi ile Fuzuli’ye bağlı 53 köyü,
  • Cebrail şehri ve Cebrail’e bağlı 90 köyü,
  • Zengilan ili, Zengilan iline bağlı Mincivan, Ağbend, Bartaz kasabaları ve Zengilan’ın 52 köyü,
  • Kubadlı şehrinin merkezi ile birlikte 41 köyü,
  • Şuşa ilini, Laçin iline bağlı 3 köyü,
  • Hocavend ilinin Hadrut kasabası ve 35 köyü,
  • Terter şehrinin 3 köyü, Hocalı’nın 9 köyü ve
  • Laçin’in 3 köyü olmak üzere toplamda 295 yerleşim birimini işgalden kurtardı.

Azerbaycan ile Ermenistan, 10 Kasım 2020 tarihi itibariyle askeri operasyonları sonlandırma ve Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesi konusunda anlaşmaya vardı.

  • İmzalanan anlaşmaya göre ilk etapta her iki devlet de mevcut kontrol ettikleri pozisyonlarda kalacak. Akabinde Ermenistan, 15 Kasım 2020’de Kelbecer’den, 20 Kasım 2020’de
  • Ağdam’dan, 1 Aralık 2020’de Laçin’den çekilerek Azerbaycan’a teslim edecek.
  • Tarafların her ateşkese uyması hususunda bir mekanizmanın oluşturulmasını öngören anlaşmaya göre Karabağ’daki temas hattında ve Laçin koridorunda Rus barış gücü bulunacak.
  • Rus askeri ayrıca Ermenistan ordusunun geri çekilmesini denetleyecek.
  • Bölgedeki Rus barış gücü, 5 yıl süresi ile Dağlık Karabağ’da kalacak. Bunun yanında tarafların 6 ay süre öncesinde itiraz etmemesi halinde Rus barış gücünün bölgede kalma süresi otomatik olarak 5 yıl daha uzatılacak.
  • Bunun yanında önümüzdeki 3 yıl içerisinde Ermenistan ile Hankendi arasında oluşturulacak rotaya da Rus askerleri konuşlandırılacak.
  • Ayrıca Azerbaycan’ın batı illeri ile Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasında ulaşım koridoru açılacak. Karabağ Savaşı esnasında ve sonrasında yurtlarından sürülen Azerbaycan Türkleri ise Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği nezaretinde Karabağ ve çevresindeki bölgelere yerleştirilecek.
Azerbaycanlılar Dağlık Karabağ'da varılan anlaşmayı coşkuyla kutluyor

Baudrillard'ın Simülasyon Teorisi ve Karabağ Meselesi

Sovyetler Birliğinin (SB) dağılmasından sonra Azerbaycan’ın birçok Türk devleti gibi bağımsızlığını ilan ettiği bilinmektedir. Uzun yıllar SB tekelinde yaşamak zorunda kalan bu devletlerin bağımsızlıktan sonra ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri olarak güçlü ve tam bağımsız olması biraz vakit almıştır. Bu siyasi atmosferden faydalanmak isteyen Ermenistan ise Rusya’nın askeri ve ekonomik desteği ile Azerbaycan topraklarına saldırıda bulunmuş ve sivil bölgelerde ölümler yaşanmasına neden olmuştur. Ermenistan’ın işgal siyaseti gütmesi ve sayısız sivil ölüme sebep olması nedeni ile dünya tarihine bir haydut devlet olarak geçmesi gerekirken dünya basını ve uluslararası sistem bu duruma sessiz kalmayı tercih etmiştir. 1990’lı yıllarda askeri olarak Azerbaycan’ın kendini henüz toparlayamamış olmasından dolayı işgale karşılık verilememiş ve Karabağ, Ermenistan tarafından barbarca işgal edilmesinin yanında bolca insanlık suçu işlenen bir bölge olarak Azerbaycan Türklerinin hafızasına kazınmıştır. Karabağ’da bulunan sivil Azerbaycan Türklerinin öldürülmesinin yanında topraklarından, evlerinden de bir şekilde göçe zorlanması Ermenistan’ın bölge halkına baskı politikası uygulayarak Karabağ’ın nüfusunu Ermenileştirmeye çalıştığını gözler önüne sermiştir.

Tüm bu olanların dünya basınında gerçeklikten uzak, çarpıtılarak ve gerçeğin yeniden üretilerek verilmesi aklımıza ünlü sosyolog Jean Baudrillard’ın Simülasyon Teorisini akla getirmektedir. Fransız düşünürün kitabını yazmasından bugüne neredeyse yirmiki yıl geçmiş olmasına rağmen günümüzdeki hipergerçekliği algılamamıza çok yardımcı olmaktadır. Hipergeçeklik (Simülasyon) yazara göre gerçeklikten kopuk ancak en az onun kadar gerçek görünendir. Yazar “Günümüzde gerçek artık minyatürleştirilmiş hücreler, matrisler, bellekler ve komut modelleri tarafından üretilmektedir.” derken sosyal medyanın çoklu iletişim yöntemine aşina olmadığı bilinmektedir. Günümüz dünyasında gerçeğin üretilmesinin araçlarının çeşitlenmesinde çoklu iletişim yönteminin ciddi bir etkisi olduğu da açıkça görülmektedir.

Örnek olayımızdan yola çıkarsak herhangi bir arama motorundan İngilizce olarak Azerbaycan-Ermenistan Karabağ meselesi yazmanız hipergerçelik dünyasına girmenize yeterli olacaktır. Türkiye, Azerbaycan ve bazı ülkelerin ana akım medyaları haricinde dünya basının önde gelen haber kanalları ve sosyal medya fenomenlerinden haberleri alan diğer ülkelerin vatandaşlarının hipergerçekliğin içine doğmuş oldukları anlaşılacaktır. Artık gerçeklik Baudrillard’ın da dediği gibi yeniden üretilen ve sayısız şekle bürünmüş bir hipergeçelik dünyasıdır.

Kriz durumlarında geçeklik ve hipergeçeklik arasındaki farkı anlamanın oldukça güç olduğunu dile getirmek gerekmektedir. Ancak diğer önemli kısım ise Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ana medya ve baskı grubu olmak için açılmış sosyal medya hesapları hipergerçekliği oluşturmada gelişmiş olan ülkelere göre çok geri kalmış durumdadır. Bu sebeple bizim gibi ülkelerin geçekliğe ulaşması gelişmiş ülkelere göre daha kolaydır. Bu konuda Azerbaycan ve Türkiye’nin yapması gereken gerek resmi gerekse gayri resmi kanallardan hipergerçeklikte kaybolmuş olan insanlara ulaşmak ve hakikatin anlatılması için çeşitli faaliyetler yürütmek olacaktır.

30 yıldan bu yana AGİT aracılığı ile Azerbaycan bu işgalin bitmesi ve diplomasi yolu ile Ermenistan’ın bazı bölgelerden geri çekilmesini beklediyse de AGİT’in başarısızlığı sebebi ile bu beklenti gerçekleşmemiş görünmektedir. Bunun üzerine anlaşmalara uymadığı gibi ihlal atışlarını inatla sürdüre haydut devlet Ermenistan 27 Eylül Pazar günü sabah saatlerinde tekrar ihlal atışında bulunmuştur. Her ne kadar Ermenistan ilk atışın Azerbaycan tarafından yapıldığını dile getirse de Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri tarafından atışın ilk Ermenistan tarafından yapıldığı netleştirilmiştir. Azerbaycan yıllarca AGİT tarafından oyalandıktan sonra Ermenistan’ın tahriklerine daha fazla kayıtsız kalamamış ve işgal edilen topraklarını geri almak için 30 yılın ardından karşı taarruz başlatmıştır. Azerbaycan’ın önce toprakları işgal edilmiş ardından halkına katliam yapılmış halkı zorla evinden yurdundan göç ettirilmiş ve tüm bunlara rağmen 30 yıldır bölge ve dünya barışı için diplomatik çözüm sağlanmasına çaba göstermiştir. Ancak tahrikleri durmayan Ermenistan’ın bugün dünya basınında neredeyse barış elçisi gibi sunulması Baudrillard’ın anlatmak istediğini daha iyi anlamamızı sağlamıştır. Azerbaycan’ın başlattığı karşı taarruzun altında ezilen Ermenistan Karabağ dışındaki Azerbaycan şehirlerini ateşkes kararının alındığı gece dahil olmak üzere bombalamış ve yine yeniden savaş suçu işlemiştir. Ancak bunu dünya basını her zamanki gibi göz ardı etmiş ve sanki iki tarafta Karabağ dışındaki yerlere çatışmayı taşıyormuş, iki tarafta da suç varmış gibi göstermeye çalışmıştır. Baudrillard’ın Simülaktrlar ve Simülasyon kitabında Körfez savaşının ekranlar ardından izlenmesi ve Baudrillard’ın öyle bir savaş olmadı bize ekrandan bir şeyler izledik ve bunun ne olduğunu asla bilemeyeceğiz şeklindeki yorumu şu an da Azerbaycan’ın Karabağ’ı geri almak için verdiği mücadele bağlamında düşünülmesi gereken bir yorumdur. Şu an da Avrupalı ve Amerikalı vatandaşlar ve hatta Ruslar bu savaşı ekranları ardından izlemekte ve basının onlara verdiği ölçüde bir gerçeklik içinde yaşamaktadırlar. Bugün yapılan mücadeleler bu sebeple savaş alanında alanın dışında cam ekrandan aktarılan kadar gerçektir. Azerbaycan tüm haklılığına ve askeri gücüne rağmen Karabağ’ın tamamını geri aldıktan sonra dünya basınında linç edilmeye devam edebilir ve uluslararası baskı ile masada bazı şeyleri kaybedebilir. Bunun ile savaşmak sahada askeri güç ile savaşmaktan daha zordur. Post-modern dünyanın savaş stratejilerini bilmeden sadece realist savaş anlayışı ile hareket etmek sahada alınan başarıların gerisinin gelmemesine neden olacaktır.

Bugün haydut devlet Ermenistan’ın soykırım ve çeşitli savaş suçlarından dolayı yargılanıp savaş tazminatı ödemesi gerekirken yeni savaş yöntemlerini henüz doğru kullanmayan Azerbaycan ve Türkiye bu anlamda daha önemli adımlar atmak zorunadır. Sonuç yerine bu adımlar şu şekilde sıralanabilir.

1- Uluslararası İlişkilere hâkim ve çeşitli yabancı dillerde konuşma ve yazma becerisi yüksek uzmanlardan oluşan sosyal medya fenomenler yetiştirmek

2- TİKA, YTB ve çeşitli STK’lar da yukarıda ki özellikleri olan uzmanlardan oluşan bir kadro ile uluslararası konferans ve seminerlerde özellikle belli başlı milli konularda temsil edilmeyi sağlamak.

3- Dünyaca ünlü medya kanallarına özek olarak bağlanıp sürekli röportaj verilmesini ve  doğru bir şekilde dünyada sesimizin duyulmasın sağlamak.

4- Akademik anlamda olduğu kadar siber alanda da yetiştirilen uzmanlar ile hipergeçekliği yaratan basının yalanlarını tek tek ortaya çıkarabilecek ekipler kurmak ve bu ekipler ile çeşitli doğrulama odaları kurmak

Yukarı da bahsedilen maddeler daha da uzatılabilir. Ancak bu maddelerde belirtilen grup ve kurumların sayısının ve niteliğinin yüksek olması oldukça önemli bir konu olacaktır. Kısacası kendi gerekliğinizi ortaya koymak için gerçek bu demenin post-modern dönemde hiçbir ehemmiyeti yoktur. Cılız bir hakikat güçlü bir yalan karşısında artık hiçbir zaman haklı olamayacaktır. Azerbaycan’ın Karabağ meselesi bizlere gösterdi ki postmodern çağda çağın gerektirdiği yeni savaş stratejilerini anlamak ve buna göre bir mücadele geliştirmek gerekmektedir. Karabağ’ın haklılığının anlatılması sahada alınan zafer kadar önemlidir. Bunun için Azerbaycan bu güçlü hakikati dünyaya duyurmak zorundadır.

Belgeseller

Videoyu oynat
TDBP-logo-footer

© 2020 Türk Dünyası Birlik Platformu
Uluslararası İlişkiler Komisyonu

Editör: Nazlı Hilal TOMAKİN
Yazarlar: Mustafa KOÇYEGİT
Hilal GÜL
Faruk YILMAZER
Ömer Cihan ŞAN
Afgan AJDAROGLU
Süleyman HASANOV
Tasarım ve Geliştirme: Ahmet ALKAN
Video Düzenleme: Ahmet ALKAN & Mustafa KOÇYEGİT